Dr. Haydar BEKİROĞLU

MÜSDAV YÖNETİM KURULU BAŞKAN VEKİLİ

2.Nisan.2017
KUR’AN PERSPEKTİFİNDEN KADIN, KARİYER VE AİLE DENGESİ

“Aile” kavramının bizzat kadını çağrıştırdığı, “kariyer” kavramının ise genellikle erkekle ilişkilendirildiği bir toplumda, kadının aileyle ve kariyerle ilişkisini sağlıklı bir şekilde kurgulamak oldukça zor ve fakat zorunlu bir ihtiyaçtır. Her iki kavramın çağrışımlarının toplumsal ve kültürel kodları bir yana, çoğunlukla genellemelerin ve kıyaslamaların, hatta antitez oluşturma çabalarının ürünü olan ve gerçeklikle yüzleştiğinde çatışmaları çözmek yerine derinleştiren yeni yaklaşımlar denge arayışını güçlendirmektedir.

Erillik veya dişiliğin yanı sıra, sahip bulunulan ideolojik birikimin kadın ve aile söylemine etkisi, çoğu zaman kadın-erkek ilişkilerine dair çalışmalarda, yeni bir inşa çabasından öte, ön kabullere dayalı yeni tanım biçimleri üreterek bunlar üzerinden yargıları kabul ettirme gayretlerini ortaya çıkarmaktadır. Bu nitelikteki yaklaşımlar kimi zaman şikayet ve serzeniş dilinin kasvetine hapsolurken, somut ve inşa edici süreçleri ıskalamaktadır.

Sorunları kısa vadede aşma yöntemi olarak erilliğe öykünme ve erkeğin yapabildiklerini yapabiliyor olmayı özgüvenin kıstası haline getirme gibi pratik bir açmazı içeren yeni anlayışlar, daha derinlemesine bir bakışla, erkek ya da kadının rollerini tanzim etmek yerine iki ayrı cinsi tek varoluşsal düzlemde yeniden tanımlama gibi bir imkansızlığı önümüze koymaktadırlar. Erkeklerin daha fazla kayıtsızlık ve genellemeci bir dil geliştirerek kadına dair yargıları yaygınlaştırma ve bazen de kadın sorunlarıyla ilgileniyormuş veya çözüm üretiyormuş gibi görünme tutumları ise ahlaki değerlerin dejenerasyonu bağlamında değerlendirilmesi gereken ayrı bir araştırma konusu olarak durmaktadır.

Bu tebliğ, cinsiyetlerinin farklılığıyla birlikte kadını ve erkeği “aynı candan yaratılan” , “birbirinden” ve “birinin diğerinin elbisesi” olarak tanımlayan Kur’an-ı Kerim’i başlangıç noktası olarak almaktadır. İnsanın akıl, irade ve sorumluluk sahibi olarak yaratılmasını merkeze çekmekte, genel olarak “iyi insan” olmanın parametrelerini, özelde de kadınların kariyer sahibi olmalarının yaratılış amaçlarıyla bağını tartışmayı hedeflemektedir. Bu çalışma, gündelik hayatta kadını erkeğe nispetle daha fazla sorumluluk ve fedakarlıkla karşı karşıya bırakan eğilimlerin cinsiyet boyutunu aşan farklı dinamikleri olduğunu varsaymaktadır. Dolayısıyla toplumsal kabuller arasında yer alan “ast-üst” ilişkilerinin aile hayatına yansımalarını kariyer ve aile özelinde inceleyerek erkek veya kadın ayrımı olmadan, hak ve adaleti sınıf, statü ve kariyer endeksli tanımlama biçimini sorgulayacak ve öneri sunacaktır.

“Kadın”, “hanım” ve “bayan” kelimelerini belirli bir anlam dünyasını meşrulaştırma amacıyla tercih eden söylemlerin esiri olmaktan kurtulup, iyi insanın salih amellerle ilişkisinin güçlendirilmesi arayışına girmek, cinsiyet odaklı eşitlikçi bakış açılarının çıkmaz sokaklarından bizleri uzaklaştıracak, gelenek ve kültür örgüsünün daraltıcı alanından bağımsız fikir ve pratiklerin üretilmesine imkan tanıyacak ve denge arayışı için ihtiyaç duyulan zihinsel dönüşümü de canlı tutacaktır.

Yakın geçmişte duyulan ihtiyaç üzerine batı kaynaklı olarak ortaya çıkan kariyer kavramını Kur’an ayetleri açısından ele alıp değerlendirmek ve İslam’ın yerleşik kavramlarıyla buluşturmak belli zorluklar ve riskler içermekte ise de, kariyeri hak, görev ve sorumluluk gibi hukuki ve ahlaki kavramlarla ilişkisi bakımından ele alarak değerlendirmek, yaşanan hayatla Kur’an arasında bağ kurmak açısından bir ihtiyaçtır.

1.KARİYER KAVRAMININ TANIMI VE KAPSAMI

Çalışma hayatında sıkça kullanılan kariyer kavramının Kur’an perspektifinden okunabilmesi için, öncelikle kavramın anlam dünyasına dair bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.

Fransızca carrière sözcüğünden Türkçe’ye intikal eden kariyer kelimesi sözlükte; “bir meslekte zaman ve çalışmayla elde edilen aşama, başarı ve uzmanlık” olarak tanımlanır. Genel bir yaklaşım olarak “belirli bir meslekte ilerlemek, daha yüksek bir sosyal statüye ulaşmak”; “kişinin hayatı boyunca yaptığı işler sonucu edindiği deneyimler” şeklinde tarif edilen kariyer kavramı popüler düşüncede daha çok “para kazanmak, sorumluluk, mevki, saygınlık ve güç sağlayan bir çalışma sahasını seçmek” olarak anlaşılmıştır.

1970’li yıllardan itibaren iş dünyasında etkin bir şekilde kullanılmaya başlanan ve daha çok insan kaynakları yönetimi alanında gelişimini ve dönüşümünü sürdüren kariyer kavramı, içerik ve kapsam açısından pek çok tanımlamaya konu edilmiştir. Bu tanımlamalara genel olarak bakıldığında, işçi-patron ve amir-memur gibi, iş hayatının enstrümanları çerçevesinde geliştiklerini görmek mümkündür.

Her türlü örgütlenmenin en önemli girdisinin yeterli ve nitelikli insan kaynağı olduğu dikkate alındığında, kariyer kavramını sadece sanayi devrimi sonrasında gelişen çalışma hayatı ile sınırlandırmanın, nitelik ve yeterliği belirli süreçlerde gerçekleştirme ihtiyacını hayatın diğer alanları için değerlendirme dışı tutması bakımından yetersiz bir yaklaşım olacağı söylenebilir. Geçirdiği tarihi süreçten hareketle kariyerin artık sadece çalışma hayatıyla ilgili belirli bir alanda iş deneyimi kazanmayı ve ilerlemeyi ifade etmekten öte, bilgi ve deneyimi bir araya getirerek işinin veya konusunun uzmanı olmayı ve bilgi, beceri, tecrübe ve emeğini teksif ettiği alanda ilerlemeyi vurguladığını söylemek mümkündür. Bu bağlamda, ev kadını, anne, baba, toplum önderleri ve diğerleri için de kariyer süreçleri geçerli olabilmektedir.

2.KARİYERE DUYULAN İHTİYAÇ

Kariyer kavramına dair tanımlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, kariyere şu nedenlerle ihtiyaç duyulduğunu söylemek mümkündür:

  • Belirli bir düzen içerisinde kendini geliştirmek,
  • Uzmanlaşmak
  • İşinin ehli olmak (işle ilgili nitelikleri edinmek ve yeterlik sahibi olmak),
  • Maddi imkânlar elde etmek,
  • Manevi saygınlık kazanmak,
  • Yönetim mekanizmasında etkin olmak
  • Ürün ya da hizmet üreterek bireysel tatmin sağlamak.

Bu ihtiyaçlar açısından bakıldığında kariyer edinmenin ve kariyer geliştirmenin şahsi ve toplumsal boyutlarının olduğu görülmektedir. Kariyer edinen şahıs, bir yönüyle kendi bireysel motivasyonunu sağlayıcı niteliklere ve imkânlara kavuşmanın hazzını yaşarken, diğer yandan da nitelikli bireyin ürettiği hizmetlerin toplumla buluşmasına vesile olmaktadır. Bu bireysel ve toplumsal kazanımın dinî inanışla bir araya gelerek manevi ve uhrevi bir boyut kazanabilmesi ise elde edilen sonucun iyilik inşa etmesiyle doğrudan ilgilidir.

Kariyer geliştirme, psikolojik olduğu kadar ekonomik bir doyum da sağlamaktadır. Bu bağlamda birey, kariyeri sayesinde toplumda saygınlık kazanmakta, çevresi ile olan ilişkilerinde özgüven duygusu gelişmektedir.

3.KUR’AN AÇISINDAN KARİYER

İnsanın dünyaya geliş ve ayrılışının hikmetini, “hangisinin işleri en iyi şekilde ve layıkıyla yapıp yapmadığını sınamak” şeklinde açıklayan Kur’an, yeryüzündeki her türlü imkânın insanın emrine verilmesini de aynı amaca bağlar. “Ben cinleri ve insanları sadece bana kulluk etmeleri için yarattım” ayet-i kerimesinde geçen “kulluk”, iyilik ve işlerin iyi yapılmasıyla ilişkili olarak gündeme getirilir, iyilik yapmak imtihanı başarmanın şartı olarak vurgulanır.

Kul ile Yaratıcısı arasında tam anlamıyla bir inanç ve güveni ifade eden iman, salih amel kavramıyla bütünleşerek kulluğun pratiklerini kuşatan bir çerçeve oluşturur. Bireyin imanı ancak salih amel ürettiğinde ona yol gösterebilir. Bu bağlamda; yaklaşık 57 ayette “salih amel işleyen müminler” niteliğinin zikredilmesi, Kur’an’ın pratik yaşantıya etki etmeyen, davranış boyutu bulunmayan bir iman biçimini sağlıklı bulmadığını ortaya koymaktadır.

İyi insan ve iyi kul olmanın, daima hayırlı işler üretmekle ve hayırlı işleri de nitelikli ve iyi yapmakla ilişkilendirildiği dikkate alındığında, Kur’an’ın her alanda ehliyetli, liyakatli, uzman, işini düzgün yapan insanlar aradığını söylemek mümkündür: “Allah, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”

Kur’an’a inanan bireylerin, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda, iş ve eğitim hayatlarında ve elbette tüm bunların nüvesi olan ailelerinde “salih” işler icra edebilmeleri de ehliyet ve liyakat ile ilişkilidir. Bireyin ehliyet ve liyakat sahibi olma sürecini kariyer olarak adlandırmanın ise yukarıda yer verilen kariyer tanımları açısından herhangi bir sakıncası görünmemektedir.

Psikolojik tatmin ve kendini ispat etme bağlamında kariyerin günümüzde özellikle kadınlar açısından fazlaca önem atfedilen bir kavram olarak karşımıza çıktığı ve toplumsal yapı içerisinde kadınların geleneksel rollerinin dışında, modern çalışma hayatında yeterli ve başarılı olduklarını topluma kabul ettirme eğiliminin erkeklere nispetle daha fazla olduğu ileri sürülse de , Kur’an’daki insan tasavvuru incelendiğinde, ilk insandan beri söz konusu baskın duyguların farklı formatlarda da olsa insanın yapısı gereği ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Buna göre ön plana çıkma, beğenilme, toplum tarafından takdir görme gibi insani duyguların belirli bir cinsiyette diğerine göre daha fazla olduğu şeklinde bir genelleme yapmanın Kur’an açısından bir temelinin olmadığı söylenebilir.

Kariyer edinmenin, salih ameller yapabilmek için gerekli araç niteliklerden biri olduğuna dair bu yaklaşımın ardından, kariyer edinmenin hak mı, görev mi yoksa sorumluluk mu olduğu konusunda bir değerlendirme yapılması, bireyin kariyerle ahlaki ve hukuki ilişkisini tanımlamak ve kariyer ile aile arasında denge kurmak için yararlı olacaktır.

3.2. Hak Anlayışı ve Kariyer

Hak kelimesi mastar, sıfat ve isim olarak çeşitli anlamlarda kullanılır. Genel anlamı sabit olmak ve meydana gelmektir. Sözlükte “batılın karşıtı, Kur’an, Allah’ın isim veya sıfatlarından biri, ölüm, İslam, adalet, mal, mülk, pay, hisse, sıdk, inkârı mümkün olmayan sabit şey, gerçeğe uygun inanç, sözde ve fiilde doğruluk” gibi anlamalara gelir. Çoğulu “hukuk” veya “hıkak” tır.

DinÎ literatürde “olguyla uyumlu hüküm”, “bireyin edindiği kazanım”, “varlığına dair hiçbir şekilde şüphe duyulamayan ve varlığı reddedilemeyen olgu” olarak tanımlanan hakkın kaynağı Allah’tır. Kur’an’a göre insanın hak ve hürriyetleri onun saygın ve seçkin bir varlık olarak yaratılmış olmasıyla ilgilidir. Temel hak ve hürriyetler Allah (cc) tarafından insana verilmiş olması nedeniyle gerçek, varlığı zorunlu ve bağlayıcıdır. Herhangi bir insan, başka bir insanın sahip olduğu hakkın kaynağı ve var edeni olmadığı gibi, hakkın başa kakılması, engellenmesi veya ortadan kaldırması da mümkün değildir.

Hakkın Allah’a isnat edilmesi, bir yönüyle hakkın varoluşsal saygınlığını vurgularken, diğer yönüyle de herhangi bir kimse tarafından zorbalıkla kısıtlanamayacak bir değer olduğunu ve dokunulmazlığını ortaya koyar. Kişinin sahip olduğu hakların meşru olmayan yollarla kısıtlanması veya ortadan kaldırılması aynı zamanda ahirette hesabı sorulacak olan konular arasında yer alır: “Kıyamet gününde hakları mutlaka sahiplerine vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkı alınacaktır.” şeklindeki nebevî uyarı, çarpıcı bir benzetmeyle kişi haklarının korunmasını ister.

Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, özgürlük hakkı ve çalışma hakkı başta olmak üzere, bireysel, ekonomik, sosyal ve siyasal hakların korunması sadece bireyin değil, aynı zamanda yaşadığı toplumun da görevidir.

Kur’an, kadın ya da erkek her bireyin topluma öncülük etmesini ve aynı şekilde toplumda iyiliklerin yayılması, kötülük ve bozgunculuğun da engellenmesi için emek harcamasını, emreder. “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidir/dostudur. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Kerim Kitabımız, iyiliğe davet edip kötülükten sakındırma emrini yerine getirirken de hikmet, güzel öğüt ve nitelikli mücadele gibi bazı yeterliklere sahip olmayı gerekli görür. İyiliğin öncüsü ve önderi olmak konusunda eşlerin ve evlatların başarılı olması için dua etmeyi öğretir: “Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah'a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle’ diyenlerdir.”

İyi işlerde çalışan erkek veya kadınların, emeklerinin karşılığında dünyada hoş ve güzel bir hayat yaşayacaklarını, ahirette de en güzel biçimde karşılık bulacaklarını ve cennete gireceklerini ifade eden Kur’an’ın ortaya koyduğu perspektif, herhangi bir cinsiyet ayrımı içermeksizin çalışmayı ve iyi işler yapmayı dünyevi ve uhrevi açıdan teşvik edicidir. Hz. Peygamber de “Allah bir kimsenin herhangi bir iş yaptığında onu iyi yapmasını sever.” şeklindeki anlatımıyla, işlerini iyi yapan insanları ön plana çıkarır.

Kanun koyucunun kadın veya erkek ayrımı yapmadan herkese sunduğu çalışma hakkının birtakım biyolojik farklılıklar üzerinden geliştirilen yargılarla engellenmesi, sınırlandırılması veya tamamen ortan kaldırılması bizzat hak kavramının değerini reddetmek anlamına gelir.

Kur’an, sosyal statü, ekonomik durum, ırk, cinsiyet veya başka bir nedenle temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmasını kabul etmez. Talut’u (as) mesleği ve belirli bir soya mensup olmaması nedeniyle yöneticiliğe layık görmeyen, etrafında bulunan insanların toplumun ekonomik ve sosyal açından saygın kesimlerinden olmaması nedeniyle Hz. Nuh’a iman etmekten kaçınan, toplumu yönetme hakkını sadece kendinde gören seçkinci ve kibirli anlayış Kur’an’da eleştirilir.

Kadınların çalışmalarını, ailelerine ve toplumlarına maddi ve manevi değerler katmalarını ve bunu daha iyi yapabilmek için yeterliklerini artırarak uzmanlaşmalarını Kur’an’ın temel insan hakları perspektifinden ele almak aynı zamanda konuyu cinsiyet odaklı ve ön yargılı yaklaşımlardan da uzaklaştıracaktır. Temel hakların Allah tarafından bahşedildiğine ve insanların hakkın varoluşsal statüsü konusunda etkin olamayacaklarına inanmak, aynı zamanda kadın ve aile dengesi konusunda somut adımlar atılabilmesi için de bir başlangıç mahiyeti taşıyacaktır.

2.3. Görev ve Kariyer

Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “görev” kelimesinin Arapça karşılığı olan “vazife” kelimesi ve türevleri kullanılmamış; ancak emir, farz, teklif, kazâ, haram ve nehiy gibi kavramlarla, ayrıca yasaklayıcı veya öğüt ve tavsiye içerikli ifadelerle birçok dinî, ahlâkî, hukukî ve içtimaî vazifeye yer verilmiştir.

İsmail Fenni Ertuğrul, vazife kavramını “insanın kanun ya ahlâk yahut meslek veya âdâb-ı umûmiyye icabından olarak yapmaya mecbur olduğu şey” diye tanımlamıştır. Bir başka ifadeyle, bir görev veya mesleği icra eden kimsenin sorumluluk alanına giren işler ve bu işleri yerine getirirken riayet edilmesi gereken şartlar ya da bir akdin taraflara yüklediği sorumluluklar “vazife” diye ifade edilir.

Tanımlamalardan anlaşılacağı üzere, haktan farklı olarak görev, gerekli şartları taşıyan tüm bireyleri zorlayıcı ve yapılmaması halinde ceza veya yaptırım içeren bir karakter taşımaktadır. Belirli bir süre ve tanımlanmış bir görev ya da kadro ile ilişkili olan görev, bireyi, belirli kurallarla belirli işleri yapmaya icbar eder. Bunun için özel bir statü belirlenir ve karşılığında da maaş, tahsisat veya ücret takdir edilir.

Kariyer edinmenin görev olarak addedilebilmesi, bunun kanun koyucu tarafından bir zorunluluk olarak tanımlanması ve gerekli koşulları sağlayan her bireyin kariyer edinmeye mecbur bırakılmasıdır ki, Kur’an odaklı bir bakışla kadın ya da erkekler için kariyer edinmenin bir görev ya da zorunluluk olarak değerlendirilmesi mümkün görünmemektedir.

Yukarıdan aşağıya doğru bir ilişkiyi içeren ve katı eşitlikçilik anlayışına daha yakın duran görev kavramı, “ben şunları yapıyorsam, sen de şunları yapmalısın” şeklinde bir dilin yaygınlaşmasına neden olurken, çatışmacı bir zihin dünyasını da beslemektedir. Bu bakımdan, kadının kariyerle ilişkisi, iki tarafın birbirine ast veya üst olması gerekliliğini içeren “görev ve zorunluluk” gibi kavramlar üzerinden tartışılmamalı, aksine her iki tarafın ortak değerlerle ortak hedeflere hizmet etmeyi ilke edindikleri “sorumluluk ve mesuliyet” kavramları açısından ele alınmalıdır.

Yazılı metinlerin somut vurguları üzerinden şekillenen görev kavramı, denge arayışları bakımından yaşanan sorunların da kaynaklarından biridir. “Kadının kocasına karşı görevleri”, “erkeğin karısına karşı görevleri”, “kadının ailesine karşı görevleri”, “erkeğin ailesine karşı görevleri” gibi ifadeler, vicdani ve ahlaki kontrol mekanizmalarını çoğu zaman gölgede bırakmaktadır. Bu tarz ifadelerle ilkeler belirlenmesi, biri diğerinin parçası ve bütünleyicisi olan iki cinsi birbirinin karşısına getiren ve ast-üst ilişkisi içinde konumlandıran bir bakışa yol açabilmektedir.

2.3. Sorumluluk ve Kariyer

Sorumluluk kavramı, bireyin iyi veya kötü tüm iradi eylemlerinin sonuçlarına dair taşıdığı ahlaki duygu , ahlaki temele dayanan bir buyruk veya yasağa ilişkin genel ve özel geçerliliği olan ve eyleme yön veren ahlaki nitelikteki istek şeklinde tanımlanır.

Akıl sahibi ve çocukluk evresini aşmış her bireyi, toplum içerisinde sahip olduğu statüsü ne olursa olsun, belirli ölçülerde sorumlu olarak tanımlayan İslam dini, “sorumluluk” kavramıyla “hesap verebilirlik” kavramını ilişkilendirir. Hz. Peygamber’in, “Hepiniz çobansınız ve hepiniz size bağlı olan kişilerden sorumlusunuz. Devlet adamı bir çobandır, halkından sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve ailesinden sorumludur. Kadın, kocasıyla yaşadığı evde bir çobandır ve ailesinden sorumludur. Uşak, efendisinin parasının çobanıdır ve (yaptığı harcamadan) sorumludur. Evlat, babasının parasının çobanıdır ve yaptığı çobanlıktan hesaba çekilecektir. Hepiniz çobansınız ve hepiniz size bağlı olan kişilerden sorumlusunuz..” hadis-i şerifinde çoban benzetmesiyle yaptığı mesuliyet tasviri, sorumluluğun farklı düzeylerini ve çerçevesinin kapsayıcılığını ortaya koyması açısından önemlidir.

Kur’an’da göre “diğer canlıların üstlenmekten kaçındıkları ve insanın yüklendiği” belirtilen “emanet”in, tefsir kaynaklarında sorumluluk olarak anlaşıldığı görülmektedir. Zemahşerî insanın diğer canlılardan farklı olarak akıl ve sorumluluk sahibi olması sebebiyle emaneti layıkıyla üstlenebileceğini ifade etmiştir. Buna göre sorumluluğun diğer canlılara verilmemesi onların isyan veya itiraz etmeleriyle değil, insanın yaptıkları veya yapmadıkları nedeniyle hesap verme yükümlülüğüyle ilişkilidir.

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.” “Ey iman edenler! Allah'a ve Peygamber'e hainlik etmeyin. Bile bile kendi (aranızdaki) emanetlerinize de hainlik etmeyin.” gibi ayet-i kerimelere bakıldığında, emanetin birine ödünç olarak verilen eşyanın yahut paranın muhafaza edilip sahibine iade edilmesi anlamından öte bir kavram olduğu dikkati çekmektedir. Emanet, bireyin dünya veya ahiretle ilgili her türlü söz ve davranışlarına dair sorumluluğu ifade eden ve sadece bireye karşı değil, diğer insanlara, canlılara ve Yaratıcıya karşı sorumluluğu da içeren bir kavramdır. Bu durumda sorumluluğun, aynı zamanda emanet kelimesiyle aynı kökten türeyen iman kavramıyla da ilişkili ahlaki bir ilke olduğunu söylemek mümkündür.

Sorumluluk, herhangi bir sınıfsal farklılık olmadan her birey için kendisinin, ailesinin, toplumunun ve tabii çevresinin sağlıklı bir zeminde gelişebilmesi adına üzerine düşeni yerine getirme ve çaba sarf etme anlamı taşır. Aynı zamanda içten bir niyetle yola çıkmak, manevi geri dönüşler edinme niyeti ve inancı taşımak da sorumluluk kapsamı içinde yer alır. Görev anlayışının hukuksal yaptırımlarına karşın, sorumluluk anlayışı, kadın veya erkeğe iyilik yolunda çalışması halinde elde edeceği manevi karşılığı hatırlatır ve ödüllendirilme motivasyonu sunar: “Kim güzel bir (işte) aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir (işte) aracılık ederse ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah'ın her şeye gücü yeter.” “Rableri onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim. Sizler birbirinizdensiniz.”

İyi nesiller yetiştirmek üzere öğretmen, anne veya baba olmak, sahih bilgiye dayalı dini anlayışın gelişmesi için ilim erbabı ve akademisyen olmak, bedensel ve ruhsal hastalıkların tedavisi amacıyla işinin ehli bir doktor olmak, güçlü bir medeniyet inşası uğruna edebiyata, sanata, mimariye, sanayi ve teknolojiye yönelerek örnek çalışmalar geliştirmek, adil bir yönetim için sivil yahut siyasi rol üstlenmek, kısacası hayatın her alanında daha iyiyi inşa etmek için çaba sarf etmek kadınların ve erkeklerin ortak vicdani/manevi sorumluluklarıdır. Söz konusu sorumlulukların kadın ve erkeğe dair çatışmacı dilin yıkıcılığına terk edilmesi yerine, Müslüman bireylerin her alanda kariyer edinmelerinin, salih amel işlemenin araçlarından birini gerçekleştirmek bakımından bir sorumluluk olduğu ve yerine getirilmemesinin dini ve ahlaki açıdan eleştirilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.

4. SONUÇ

İnsanı tek bir candan yaratan, ülfet, muhabbet ve ahenkle neslini ihya etmesi için aynı canın bir parçasına kadın, diğer parçasına da erkek adını veren Allah (cc), farklılığı kaynaşma vesilesi olarak var etmiştir. Bu yaratılış hikmetine aykırı olarak kadın ile erkeğin birbiriyle rekabete sokulması, varoluşsal üstünlük tartışmasına girilmesi, karşılaştırma yapılması, gücünü iyilik ve erdemden almayan hiyerarşik üstünlükler var edilmeye çalışılması, birbirini güçlendirmek için yaratılan iki canı birbiriyle çatışarak zayıflayan ve uzaklaşan insanlar haline getirmektedir.

İnsanı yaratan Allah (cc), kişinin hiçbir şekilde ortadan kaldırılamayan, kısıtlanamayan, kısmen ya da tamamen engellenmesi mümkün olmayan temel haklarını da kendi güvencesi altına almış ve bunların korunmasına dair ayetlere Kur’an’da yer vermiştir. İnsanın yaşama, mülk edinme, mülkünde tasarrufta bulunma, düşünme, düşündüğünü ifade etme ve benzeri haklarında tasarrufta bulunmasını diğer insanların tartışmaya dahi yetkisi bulunmamaktadır.

Allah’ın yarattığı mükerrem ve müşerref varlık olarak kadın ve erkeklerin çalışma hakkı da temel insan haklarından biri olarak Kur’an’da yer almış ve her bireyin dünya hayatı boyunca edindikleri kazanımların saygınlığına vurgu yapılarak, ahirette bunun karşılığını bulacağı belirtilmiştir. Buna göre kadınların temel haklarından biri olan çalışma hakkının engellenmesi, kısıtlanması veya tamamen ortadan kaldırılması, aynı zamanda Hak Teala tarafından insana bahşedilen haklardan birinin diğer insanlar tarafından ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir ki bu durum inanç, hukuk ve ahlak açısından eleştirilmesi gereken bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kadının çalışmasının, özellikle yöneticilik, hukukçuluk ve liderlik gibi icra, temsil ve karar mekanizmalarında yer almasının annelik vasfını zedeleyeceği, çocuk terbiyesi gibi ailevi rollerinden bir kısmını yerine getirmede yetersizlik yaşamasına neden olacağı şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. Kadının kariyer edinme hakkının bu argümanlarla tartışma konusu edilmesi, erkeğin babalık vasfının ve ailevi sorumluluklarının da aynı süreçlerde tam olarak yerine getirilebilmesinin ciddi bir fedakarlığa muhtaç olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Kadının kariyer edinme süreci, annelik rollerinin alternatifi şeklinde değerlendirilmemeli, bu rolleri güçlendiren, geliştiren ve değer katan boyutlarıyla ele alınmalıdır.

Her Müslüman’ın, kendisi, ailesi, içinde yaşadığı toplum ve kendisinden sonra yaşayacak nesiller için iyi işler yapması ve iyilik tanımına uyan faaliyetler gerçekleştirmesi, Kur’an’da yer verilen sorumluluklardan biridir. “Emir bil maruf ve nehyi anil münker” ifadesiyle özetlenen “iyilik inşa etme ve yayma/kötülüğü sonlandırma süreci” tek tek her Müslüman’ın aktif rol alacakları bir fiil olarak değil, gönüllü ve istekli bazı müminlerin yapmaları halinde diğerlerinin sorumluluktan kurtulacakları farz-ı kifaye bir eylem olarak değerlendirilmiştir. Söz konusu sorumluluğun üstlenilmesinde kadın ve erkek eşit kabul edilmiş, sorumluluğu üstlenmek zorunluluk olarak emredilmemiş ise de, sorumluluğu üstlenenler “ümmetin hayırlıları” olarak tanımlanmışlardır.

Kadınların belirli alanlarda bilgi, görgü ve deneyim kazanarak uzmanlaşmak ve kariyer edinmek suretiyle iyilik inşa etme süreçlerinde yer alması, bir yönüyle kanun koyucunun himayesinde olan bir hak, diğer yönüyle de inanç ve ahlak boyutuyla ilişkisi bulunan bir sorumluluktur. Yaşanan hayatın her alanında iyiliğin yayılması için sorumluluk üstlenmenin gerekliliği konusunda Kur’an’ın cinsiyet üzerinden bir ayrım ya da kısıtlama yaptığını söylemek ise mümkün değildir.

Kariyer edinme ve iyilik süreçlerinin inşasında emek sarf etme tercihinde bulunan kadının aile hayatında çatışma ve çekişmelerle yüzleşmemesi için, kadınların çalışması ve kariyer edinmesiyle ilgili tartışmaların ast-üst ilişkileri üzerinden ya da katı eşitlikçi görev ve zorunluluk kavramları üzerinden ele alınması yerine, haklar ve sorumluluklar ekseninde olgunlaştırılması, çalışmanın ve üretmenin salih amel olduğu gerçeğinin dini ve ahlaki gereklilikler açısından vurgulanması, hukuka aykırı şekilde hakların kısıtlanmaması, sorumluluk üstlenme ve kariyer edinme isteği bulunan kadınların samimiyetle desteklenmesi ve sorumluluk üstlenerek ortaya koydukları pratiklerin değersizleştirilmemesi gerekmektedir.

İletişim
  • AdresHacettepe, Ev Kadını Sk. No:28, 06200 Altındağ/Ankara
  • E-Postahaydarbekiroglu@gmail.com
  • Telefon(312) 431 68 95
İletişim Formu

Thanks, your message is sent successfully.